XX. yüzyılda dünya devletleri daha mutlu yaşamak imkanlarına kavuşmak için
üretimi artırma gereğini duydular. Bunun için de başlıca üç yöntemin
uygulanmasını öngördüler. Bunları kısaca gözden geçirelim:
Liberal Ekonomi: Bu tür ekonomilerde üretim için
gerekli olan sermaye, üretim etkinliği ve üretilen malların dağıtımı tümüyle
bireylere bırakılmıştır. Liberal ekonomi görüşüne göre, ekonomik hayatın
kendiliğinden işleyen yasaları vardır: Üretim, mallara olan isteğe bağlıdır,
istek ise, üretimin az veya çok olmasını sağlar. Devlet bu kuralları
yönlendirmeye karışmamalıdır. Devletin görevi yurdu savunmak, eğitim işlerini
düzenlemek, adalet dağıtmak gibi alanlarda kalmalıdır. Devlet ekonomik hayata
katılırsa az önce belirtilen denge bozulur. Gerekirse devlet, ancak büyük
bunalımları gidermek için ekonomik hayata girmeli, bunalım geçince de gene
çekilmelidir. Büyük ekonomik güce sahip olan kapitalist ülkeler, liberal görüşü
uygulayarak bugüne kadar gelmişlerdir.
Sosyalist Ekonomi: Bu tür görüşü uygulayan ülkelerde hem
sermaye, hem üretim doğrudan doğruya devletçe sağlanır. Kişilerin üretim
araçlarına sahip olmaları yasaktır. Devlet tüm sermayenin sahibidir. Bütün
ekonomik hayat, devletin öngördüğü biçimde düzenlenir. Malların dağıtımını da
devlet yapar. Bazı ülkeler temelde bu görüşü benimsemişlerdir.
Ilımlı Ekonomik Sistemler: Dünyanın hızla değişen
şartları hem liberalizmin, hem de Sosyalizmin katıksız bir biçimde
işleyemeyeceğini göstermiştir. Bu bakımdan liberal rejimlerin bazılarında
devlet, ekonomik hayata artan ölçüde girerken, sosyalist sistemde de yumuşamalar
göze çarpmaktadır. Böylece her iki guruptan bazı ülkeler rejimlerinin temelini
bozmadan önemli sistem değişikliklerine girmektedirler.
Devletçilik: Atatürk ilkelerinin arasında bulunan
devletçilik, bir ekonomi siyasetidir. Yukarıda anlatılan rejimlere benzemez.
Devletçilik, temel anlamıyla devletin ekonomik hayatın içine
girmesidir. Ama bu yapılırken sosyalist model benimsenemez. Elinde sermayesi
olan vatandaşlar, birkaç alan dışında, diledikleri biçimde üretime
katılabilirler. Devlet bunlara engel olmadığı gibi üstelik gereken tedbirleri
alarak işlerini kolaylaştırır, kişileri üretim ve ticaret işine özendirir.
Ancak bilindiği gibi, hızla sanayileşme cumhuriyetin ilk
hedeflerindendi. Büyük temel sanayi kuruluşları yapmak için özel ellerde sermaye
yoktu. Bu yüzden devletçilik doğdu. Devlet pek çok sanayi işletmesini kendisi
kurdu, çalıştırdı ve geliştirdi. Bir yandan da uyguladığı para ve kredi
politikası ile özel kişileri başıboş bırakmadı. Böylece devlet ile vatandaş,
üretim işini birlikte düzenlediler. Bu işbirliği sonucu Türkiye örnek bir ülke
durumuna gelmişti. Son araştırmalar, Türkiye'nin 1930 yılına kadar uyguladığı
devletçilik siyaseti ile en hızlı kalkınan üç ülke arasına girdiğini
göstermektedir. 1929 yılında, 100 olan Türkiye ve dünya sanayi üretim indeksi,
1939'da Türkiye'de 196'ya erişmiştir. Dünya ortalaması ise 119'dur. Bu gelişme
tablosunda Türkiye'nin yeri, Rusya ve Japonya'dan sonra gelmektedir. Böylece
1927'de 1000 olan milli gelirimiz, hızlı nüfus artışına rağmen, 1939'da 1625'e
yükselmiştir.
Sermayesi olmayan, dışarıdan yardım almayan,
kaynakları sınırlı, teknolojisi geri Türkiye'nin 1939 yılına kadar sağladığı bu
gelişme Atatürk'ün akılcı ve milliyetçi görüşlerinin bir eseridir. O, özel
girişimleri desteklerken, devleti de ekonomik hayata katmış, her iki alan
birbirlerini tamamlamışlardır.
İkinci Dünya Savaşı'nın çıkması
üzerine bu gelişme durdu. Savaş sonrasında ise devletçilik ilkesi yeniden ve
amaca uygun biçimde işletilip ihtiyaçlara göre düzenlenmedi, politika aracı
yapıldı. Bu yüzden özel alanla devlet alanı arasındaki denge bozuldu ve ekonomik
hayata bir kargaşa geldi.
Atatürk'ün baş ilkelerinden
devletçilik, Türkiye'yi ekonomik bakımdan kalkındıracaktır, yeter ki gerektiği
gibi uygulanabilsin.
Atatürk'ün Devletçilik ile
ilgili bazı sözleri
- "Devletçiliğin bizce anlamı
şudur: Kişilerin özel teşebbüslerini ve şahsi faaliyetlerini esas tutmak, fakat
büyük bir milletin ve geniş bir memleketin ihtiyaçlarını ve çok şeylerin
yapılmadığını göz önünde tutarak, memleket ekonomisini devletin eline almak."
(1936)
- "Prensip olarak, devlet ferdin yerine
geçmemelidir. Fakat ferdin gelişmesi için genel şartları göz önünde
bulundurmalıdır." (1930)
- "Kesin zaruret olmadıkça,
piyasalara karışılmaz, bununla beraber, hiç bir piyasa da başıboş değildir."
(1937)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder